Showing posts with label italya. Show all posts
Showing posts with label italya. Show all posts

Wednesday, July 11, 2012

Roma/Rome



     İtalya'nın en güzel şehrini yazmak için İtalya'daki günlerimin bitmesini bekledim. Şimdi yazdığım her cümlede geri dönüp, yaşadığım her duyguyu tekrar yaşayıp, attığım her adımı tekrar atacağım. Bugün Roma'yı yazıyorum ve size bu şehre aşık olacağınızın garantisini veriyorum.

     I waited for expiration of my days in Italy to write about the most beautiful city of Italy. Now, in every sentence i write, i'll look back, again i'll feel every emotion that i had and again i'll live every step i had. Today i am writing about Rome and i guarantee that you'll fall in love.

     Öyle bir yer ki Roma, ara sokaklarda yürürken karşınıza tahmin edemeyeceğiniz güzellikte tarihi eserler çıkıyor. Araba kullanırken şarkı söylüyorsunuz, sola sinyal verip Colosseum'un etrafından dönüp yolunuza devam ediyorsunuz. Gece arkadaşlarınızla buluşmak istiyorsunuz ve "Hadi, Castel Sant'Angelo'nun önünde buluşalım." diyorsunuz. İşte böyle birşey Roma'da yaşamak, Piazza Spagna'da merdivenlerde oturup dinlenmek, Cafe Greco'da kahve içmek... Ve bunları günlük hayatın bir parçası olarak yaşamak...


     Rome is such a place that, while you are walking in the cross streets, you can see adorable historical artifacts. You are singing while you are driving, signaling to left and turning around Colosseum and going on your way. You want to go out with your friends and you are arranging a meeting in front of Castel Sant'Angelo. This how living in Rome is, sitting on the stairs of Piazza Spagna, having your coffee in Cafe Greco... And all of these are your daily routines...


     Roma'da neler yapılması gerektiğini, nerelerin görülmesini gerektiğini herkes az çok bilir. Ben sadece ilginç yönleriyle Roma'dan kısaca bahsetmek istiyorum. 


     Everyone knows what to do, where to see in Rome. I just want to tell you some interesting things about Rome.



Thursday, May 31, 2012

Venedik/Venice

     Saatler geceyarısını çoktan vurmuş. Ben ve iki arkadaşım bomboş dar sokaklarda yürüyoruz, hostelimizi arıyoruz. Zaman zaman kayboluyoruz, kaybolduğumuzu da çıkmaz bir sokağa girdiğimizde ya da yolumuzu bir kanal kesince anlıyoruz.  Ama bu durum anlaşılabilir çünkü Venedik'teyiz!!!

      It has already been midnight. Me and my other two friends are walking in the empty narrow streets, searching for our hostel. Sometimes we get lost, and we understand this when we reach to a dead end or when a canal crosses our way. But it is normal because we are in Venice!!!


     Hayatım boyunca görmeyi en çok istediğim yerde olduğum için bütün geceyi yerimde zıplayarak geçirdim. (Evet, endorfin ben de zıplama etkisi yaratıyor!) Zaten yapacak başka da birşey yoktu, çünkü Venedik deyince kimsenin aklına çılgın gece hayatı gelmez. Olan birkaç bar saatler 12'yi gösterdiğinde kapanıyor. Zıplamaktan yorgun düştüğümde uyudum, ertesi sabah erkenden kalkıp Venedeki kanallarının üstünde zıplamaya devam ettim. Eğer aynı tarihlerde Venedik'te olanınız varsa ve zıplayan bir kız gördüyseniz, o bendim!
  
     Just because I was in the place that i wanted to see for all through my life, i spent all night by jumping! (yes, endorphin makes e jump!) Besides, there wasn't anything else to do because noone remembers the crazy nightlife when you say Venice. There are a few bars but they all close at midnight. When I was tired of jumping, i slept. The next day i woke up really early, and i continued jumping on the canals. If you were in Venice on the same dates with me and if you saw a girl jumping all the time, it was me!

Thursday, May 10, 2012

Floransa/Florence



     Floransa ya da diğer bir deyişle rönesansın doğduğu topraklar, Avrupa'nın "aşıklar şehri" olarak nitelendirilen şehirlerinden biri değil belki ama bence bir "aşk" şehri. Çünkü bu şehire adım attığınız andan itibaren Duomo'dan Arno nehrine, Ponte Vecchio'da Piazzale Michelangelo'ya kadar içinizde duyduğunuz duygu "aşk". 

     Florence or in other words the earth that the Renaissance was born, is not one of the European cities that is called as "city of lovers" but for me it it a "city of love". Because from your first step on this city, from Duomo to River Arno, from Ponte Vecchio to Piazzale Michelangelo the feeling that you have is love. 

     Floransa için "yükte hafifi pahada ağır bir şehir" benzetmesini kullanabiliriz çünkü yüz ölçümü açısından oldukça küçük olan bu şehir görülmesi ve gezilmesi gereken müzeler, saraylar ve kiliseler açısından oldukça zengin. Bence Floransa'yı adam akıllı gezmek için en az bir hafta gerekiyor, küçük bir şehir olduğu için iki günün yeterli olduğunu söyleyen tur şirketlerine aldanmayın.

     We can call Florence as "light in the weight heavy in the price" metaphorically because it is a small city with lots of museums, palaces and churches to be seen. In my oppinion a week is needed to see all Florence, don't believe to the tour agencies that say it is a small city and two days are enough.   

     Floransa'ya ulaşır ulaşmaz yapmanız gereken ilk şey şehrin ana tren istasyonu'nun (Firenze SMN) karşısındaki turistinfo'dan bir harita almak. Zaten haritada işaretlenmiş görülmesi gereken yerler ve her birinin önünde sonsuzluğa uzanan kuyruklar bu şehre neden iki günün yetmeyeceğini size açıklayacaktır. Haritayı aldıktan sonra hazır istasyona kadar gitmişken Basilica di Santa Maria Novella ve Museo di Santa Maria Novella'yı gezebilirsiniz.

     The first thing that you have to do when you reach to Florence is taking a city map from the touristinfo just across to the main train station of the city. (Firenze SMN) Just after you see the places to be seen on your map and the long lines that in front of each you will understand why two days are not enough. After you take the map you can go to Basilica di Santa Maria Novella and Museo di Santa Maria Novella across to station.

     Tabi ki Floransa ve katedral denilince akla ilk gelen Cattedrale di Santa Maria del Flore'dir. Piazza Duomo'da bulunan bu katedral dışardan o kadar etkileyici gözüküyor ki... Saat 10.00-17.00 arasında gezebilceğiniz bu katedrale girebilmek için yüzlerce kişiden oluşan kuyruğu beklemeniz gerekiyor. Katedrale dışardan bakınca ve dışardan daha az görkemli gözüken ama içi çok şatafatlı olan katedralleri hatırladıkça "Bu katedralin içi nasıldır acaba?" diyor insan, ama belirtmeliyim ki katedralin içi o kadar da şatafatlı değil, nispeten sade bir güzelliği var. Katedrale giriş ücretsiz ancak kuleye çıkmak için tekrar uzunca bir kuyruk beklemeniz ve ücret ödemeniz gerekiyor.

     Of course when you say Florence and cathedral the first place that should be reminded is Cattedrale di Santa Maria del Flore. The cathedral which is at Piazza Duomo seems so splendid. You have to wait a line of hundreds of people to visit this cathedral. Cathedral is open between 10.00-17.00. When i looked to the cathedral from outside and remembered about the other cathedrals that look less splendid from the outside but magnificent from the inside i wondered "How is this cathedral from the inside?" but i should say it is not that splendid from the inside, it has a plain beauty. Entrance is free but for climbing to the tower you should wait another long line and you should pay.

Cattedrale di Santa Maria del Flore      

      Floransa'nın en önemli iki müzesi olan Galleria dell'Academia'nın ve Galleria degli Uffizi'nin önündeki kuyrukları tahmin bile edemezsiniz. Ama üzülmeyin size bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber bu müzeleri gezmek için internetten bilet alabilir, sıra beklemeden içeri girebilirsiniz, kötü haber internetten alınan biletler normal biletin iki katından daha pahalı.

     You can't imagine about the lines in front of the two most important museums of Florence, Galleria dell'Academia'nın and Galleria degli Uffizi. But i have one good and one bad news. The good news is that you can buy online tickets to see these museums and you can go in without waiting the line, the bad news the online tickets are two times more expensive than the normal tickets.

Galleria degli Uffizi

     Ve gelelim Medici ailesine... Medici ailesi bankacılık sisteminin kaşifi olan Floransalı aile. Haliyle oldukça zengin olmuşlar, her zengin insan gibi paralarını harcayacak bir yer ararken sanata merak salmışlar. Nasıl insanlardı bilemiyorum ama başta Avrupa olmak üzere bence bütün Dünya olarak bu adamlara borçlu olduğumuz, bankacılık sisteminden daha önemli birşey var: Rönesans. Rönesans'ın kelime anlamı "yeniden doğum", Roma imparatorluğuyla birlikte kaybedilen sanatın ve bilimin yeniden doğumu... Eğer siz de benim gibi Avrupa'yı değiştiren bu aile nasıl bir hayat yaşıyordu diyorsanız Palazzo Medici Riccardi'yi ve Capella Medicee'yi gezebilirsiniz. Vatikan'ı Vatikan yapan sanat eserlerinin Medici ailesinin gönderdiği sanatçılar tarafından yapıldığını düşünerek, en az Vatikan kadar şaşaalı yerler görmeyi bekliyordum ama gösterişli olsa da nispeten daha sade yapılarla karşılaştım.

     And the Medici Family.... Medici Family is the inventor of bank system that we use today so they became so rich that like every rich family they started looking for things to spend their money and they were interested in art. I don't know what kind of people were they but all europe and as all world we owe this family something more important than bank system: the  Renaissance. The meaning of the word renaissance is rebirth, rebirth of the art and the science that was lost with the Roman Empire. If you wonder how the family that changed whole Europe was living, you can visit Palazzo Medici Riccardi and Capella Medicee. If you think the artpieces that make Vatican that splendid are made by the artists that are sent by Medici family to Vatican, you can expect to see a place as splendid as Vatican, but i found some builds magnificent in a plainer way.



     Floransa'da beni en çok etkileyen yer Piazzale Michalengeolo oldu. Gün batışını izleyebileceğiniz bu tepeye istasyondan bineceğiniz 13 numaralı otobüs sizi götürür ama tavsiyem yürüyerek gitmenizdir. Merdivenlerin üzerinde oturarak Floransa'ya yukardan bakabilir, meydandaki müzisyenlerle mest olabilir, içinizde tekrar "aşk"ı hissedebilirsiniz. Hayatımda yaşadığım en güzel akşamlardan birini yaşadım bu meydanda. Ortamdaki bu güzelliği yaşamaya gelmiş arkadaş grupları, bir şişe şarap, güzel müzik ve Floransa eşliğinde romantizm yapan çiftler, gitar çalıp şarkı söyleyen sarışın bayan... Herşey bu ortamı mükemmel yapıyordu.

     Piazzale Michalengelo over a hill is the place that i have mostly affeted by. You can go to the hill where you can watch sunset by the bus number 13 that you can take from the station but i recommend you to walk. You can sit on the stairs and watch Florence, affected by the musicians at the square, you can feel "love" again. I lived one of the most amazing nights i have ever had there. Friends that come to live this beauty, couples that want to live the romance with a nice music, a bottle of wine and Florence and the blonde guitarist lady... Everything makes this square better.

Tepenin manzarası 

     Bu meydana yakın Chiesa di San Miniato al Monte kilisesi ve kilisenin mezarlığı görülmeye değer. Kilisenin mezarlığında önemli aileler yatıyor, Vespuci ailesi de bunlara dahil. Her mezarda, o mezarın sahibine ithaf edilmiş ve o kişiyle ilgili simgelerin olduğu heykeller var. (Sahi Americo Vespuci'nin Floransalı olduğunu ve Amerika gibi Venezuela'ya da adını verdiğini biliyor muydunuz? Mektuplarında Venezuela sahil şeridindeki evleri Venedik'e benzettiği için bu ülkeye küçük Venedik anlamına gelen Venezuela adı verilmiş.)

   
     Chiesa di San Miniato al Monte is a church that close to this square and the cemetery of the church worths to see. Important families rest there, including the Vespuci Family. On every grave there is a monument that is dedicated to and have some symbols about the person rests there. (By the way did you know that Americo Vespuci was from Florence and also he also named Venezuela. In his letters he said that the houses by the coast of Venezuela look like Venice, this country was named as Venezuela which means small Venice.)




     Bir de tabi ki Ponte Vecchio, yani eski köprü. Bu köprünün önemi 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından harap edilmeyen tek köprü olması. Derler ki bir gün Hitler ve Mussolini bu köprünün üzerinde yürüken, Hitler Alman askerlerinden birini çağırır ve bu köprüye zarar verilmemesini emreder, bu sayede köprü sağlam kalır.

     And there's Ponte Vecchio, which means old bridge. The importance of this bridge is that it is the only bridge that wasn't buried by Germans. It's been told that one day Hitler and Mussolini was walking on this bridge and Hitler called a German soldier and commanded not to bury this bridge and so that the bridge stays safe.


                                     
                                                 Ponte Vecchio


          
Ponte Vecchio'da müzisyenler



      Floransa birçok sanatçıya can verdiği gibi bir de Pinokyo'ya can vermiş. Bartolucci mağazalarını, birşey almasanız da mutlaka gezin. Pinokyo maketleriyle fotoğraf çektirin.

     As Florence gave birth to lots of artists it also gave birth to Pinocchio. See Bartolucci squares even if you don't buy anything, have photos with pinocchio models.






     Floransa'daki Bar Vivoli dünyanın en iyi dondurmasının yapıldığı yer olarak anılıyor. Ama İtalya'nın her şehrinde bir tane "dünyanın en iyi dondurmacısı" olduğu için bu sizi pek heycanlandırmasın. Dondurması güzel mi? İtalya'da kötü dondurma deneyimim pek olmadı ki zaten... Onun dışında Bar Pontevecchio'da İtalya'da yediğim en güzel straciatellayı (parça çikolatalı kaymaklı dondurma) yediğimi söylemeliyim. Pizzacılar konusundaysa o kadar başarılı bulmadım Floransa'yı, dikkat edin de İtalyan pizzası yerine dondurulmuş pizza yedirmesinler size. Konaklama için size kendi hostelimi öneririm, şehrin tam göbeğinde, Hostel Youth Florence'de kaldım.

     Bar Vivoli is known as the bar with the best gelato in the world but don't get excited that quickly, every italian city has a bar with the "best gelato in the world." And i haven't had so many bad ice cream experience in Italy. On the other hand Bar Pntevecchio has the best straciatella that i had in Italy. But Florence is not so successful about pizzerias. Be careful otherwise they can serve you frozen pizza instead of italian pizza. For accomodation i can suggest you my hostel, in the middle of the city, Hostel Youth Florence.
 
     Birçok kişi benimle aynı fikirde olmasa da Floransa benim İtalya'daki en sevdiğim şehir. İtalya'ya yolu düşenlerin mutlaka görmesi, hatta uzun süre kalma imkanı olanların bu fırsatı geri çevirmemesini öneririm. Ben Floransa'yı aşk olarak hatırlayacağım, umarım bu şehir bana hissettirdiği güzel duygular konusunda size de cömert davranır.

     Although lots of people disagree with me, Florence is my favorite city in Italy. If you come to Italy, you should see and if you have the oppurtunity to stay longer, take this oppurtunity. I will remember Florence as "love", and i hope this city will be generous to you about the feelings that it made me feel. 

     

Thursday, April 12, 2012

Bazı İtalyan deyimleri

Fumare come un Turco: Türk gibi sigara içmek. İtalyanlar bunu çok sigara içenlere söylüyorlar. Yanımızda sigara yakan her İtalyan bize bu deyimden bahsediyor. Bence çok ironik, bu deyimi kendi adıma İtalyan gibi sigara içmek olarak değiştirmek istiyorum. Çünkü adamlar tam anlamıyla tütüyorlar. 7'den 70'e herkes ya sigara içiyor ya tütün sarıyor. Kapalı alanlarda sigara içme yasağı da pek işlemiyor. Hatta böyle bir yasak olduğundan bile emin değilim. Sadece AB ülkesi ya, kesin vardır diyorum. Vergi dairesinde amcamın biri karşımda fosur fosur sigara içtiğinde çok şaşırmıştım, ama artık İtalyanlara alıştım.

Cose Turche: Türk şeyleri yapmak. İtalyanlar karşılarındaki kişinin değişik davrandığını düşündüklerinde bu terimi kullanıyorlar. Değişik derken ne kastediyorlar ben de çok emin değilim! Ama çok eğlendiğimiz bir anda İtalyan bir arkadaşımız başka bir arkadaşına telefonda "İki Türk kızla Türk işi yapıyoruz." dedi. Mesela sabah kahvaltısında peynir yerseniz de bu deyimi duyabilirsiniz, çünkü italyanlar kahvaltıda sadece ve sadece tatlı yiyorlar! İşte böyle..

Mamma li Turchi: Annecim Türkler! İtalyanlar korktukları zaman bu deyimi kullanıyorlar. Tarihin günümüze yansıması olsa gerek.


Capri, Yeryüzündeki Cennet

     Hep istediğim birşeydi Capri adasını görmek. Ama ben sabah gidip akşam döneceğim bir günlük bir tur düşünürken, Paskalya tatilimizin kurtarıcısı Davide "Paskalya'yı Capri'deki yazlığımda geçirmeye ne dersiniz?" dedi. Biz de böylece cennet ada Capri'de 3 gece 4 gün konaklama ücreti vermeden kaldık. Gecelik konaklama ücretleri için 200€ civarı rakamların döndüğünü düşünürsek, oldukça şanslıyız. Cennet ada Capri'de 4 Fransız, 3 İtalyan, 2 Türk aynı evde kaldık ve çok eğlendik. Şunu belirtmeliyim ki Capri oldukça pahalı bir ada. Lüks markalardan bahsetmiyorum, yaşam çok pahalı.
     Capri'ye ulaşım Napoli'den ve Sorrento'dan feribotlarla ve hidrofoyllerle sağlanıyor. Araç türüne göre fiyat da değişiyor. Hidrofoyller daha hızlı olmakla beraber daha pahalı. Feribot saatlerini ve fiyatlarını internetten kontrol etmekte yarar var. Feribottan indikten sonra fünikülere binip adanın merkezi olan Piazza Umberto I'ya ulaşabilirsiniz, bu meydana Piazza deseniz de yeter, herkes ordan bahsettiğinizi anlar.



Saturday, March 10, 2012

Bir Napolitanla Napoli'de bir gün

    Bir şehrin en iyi rehberi o şehrin yerel insanıdır. Rehberler ancak ana caddedeki restoranları önerebilecekken, o şehrin yerel insanı ara sokaklarda neler olduğunu da bilir. Biz de bugün dünya tatlısı bir Napoliliyle, Davide'yle, gezdik Napoli'yi. Bu şehirdeki her yeri görmüşüzdür artık derken, bizi öyle yerlere götürdü ki, kendimizden geçtik, bir kere daha.

    Napoli sokaklarında dolaştık önce, daha önceden ev aramak için koşturarak geçtiğimiz sokaklara gittik tekrar. Via Tribunali'den başladık. Gay-Odin diye bir dükkan gösterdi, "en iyi çikolata burda yenir." dedi ve sonra bir yanlış anlaşılma olmasın diye düzeltti "Napoli'deki değil, dünyadaki en iyi çikolata." Her türlü çikolatayla yapılmış dondurmayı da burda bulabilirsiniz." dedi. O dükkana gideceğim, herşeyden deneyeceğim ve fotoğraf çekeceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.

    Via Tribunali'den Via San Gregorio Armeno'ya saptık.


    Bu sokakta İsa'nın doğumunu anlatan biblolar (presepi) var.

           

     Önce İsa'nın doğumunu yapanlar zamanla ünlü insanları da yapmaya başlamışlar. "Burda bir biblon varsa gerçekten ünlüsün demektir." dedi Davide. Papa ve Lady Gaga'nın bibloları aynı rafta duruyordu.
     Bir de bize çok yabancı biri vardı, Puiecenella. Zamanında her şehrin bir komedi tiyatrosu varmış ve her tiyatronun da kendine ait bir karakteri. Puiecenella da Napoli'nin karakteri...

"I'll take you from lane to lane, just you because you are a friend, and I'll take you through the neighborhoods, where you can't see the sun. But you can see all the rest, and the windows open, and you understand how beautiful is the city of Puiecenella."

Puiecenella
hazal ve presepi'ler
                                                           
     Yolda yürürken Davide'ye Napolililer hakkında duyduğum bir efsaneyi sordum. "Napolililerin korktuğu iki şey vardır, biri futbol takımının yenilmesi diğeri de Vezüv'ün patlaması." Güldü "Vezüv yıllardır patlamadığına göre ilki daha korkutucu." dedi.


    Peki sizce bunlar ne? Biz biber olduğunu düşündük, hatta kafamızda demek ki Napoli biberiyle de meşhur diye çıkarımlar da bile bulunduk, ve sonra Davide'ye sorduk. Ve öğrendik ki bunlar biber değil, boynuzmuş ve bu boynuzların şans getirdiğine inanılıyormuş.


    Ve bir turist geleneği. Gözlerinizi kapatıp bulunduğum yerden arkamda gördüğünüz binanın önündeki 2 heykelin arasından yürümeniz gerekiyor. Didem bunu başardı. Ama insanlar genelde yapamazmış, etraflarında dönmeye başlarlarmış. Didem başarınca Davide çok şaşırdı.

     Napoli'ye özgü klişelerden de konuştuk. Kötü şeyin ünlenmesi ne kadar da kolay. Herkes bu şehir hakkında konuşurken çöplerden ve hırsızlıklardan bahsediyor. Kimse de çıkıp bu şehir Avrupa'nın en büyük tarihi alanına (historical centre) sahip demiyor.


                                                               

     Ama haksızlık etmeyeyim, pizzanın ve makarnanın ünü tüm dünyaya yayılmış. Davide tekrar doğru bilinen bir yanlışı düzeltti. "Pizza İtalya'ya ait bir yemek değil, Napoli'ye ait." dedi. Sonra bizi çok ünlü bir makarnacıya götürdü.
 Trattoria Nennella. Sokak arasındaki bu restoran çok meşhur ve çok kalabalık. İnsanlar sıraya girip uzun süre bekliyorlar.


Bu restoran garsonlarının müşterilere olan kaba tavrıyla meşhurmuş. Garsonlar müşterilere küfredermiş, susadıklarındaysa müşterilerin suyunu alıp içerlermiş. Ama yine de kimse bu mekandan vazgeçemezmiş çünkü çok ucuza çok kaliteli yemekleri varmış. -mişli geçmiş zaman kullanarak anlatıyorum çünkü bu sırayı beklemek istemedik, nasıl olsa daha çok zamanımız var yine geliriz dedik ve başka salaş bir restorana gittik. Şunu iddia ediyorum ki bugüne kadar yediğiniz şey pizza değil! Orjinal pizza için Napoli'ye gelmeniz gerek!

     Napoli, özgürlüğümün başkenti, seni her gün daha çok seviyorum.

Wednesday, March 7, 2012

ciao napoli!

"hayatımız boyunca bugünü unutmayacağız herhalde" diye başladık yola.
uzun süren ama keyifli bir yolculuktu.
yanımızda erasmusun verdiği gazla bana mısın demeden taşıdığımız valizlerimiz, 4 kutu lokum, endişelerimiz, heycanlarımız ve hayallerimiz.
yolculuğun ertesi günü geri dönüp baktığımda, bu yolculuğu 4 levelı olan bir oyuna benzettim.

level 1: uçak.
2 saat 20 dk sürerek söylenenden 20 dk daha kısa süren sallantılı bir uçuşun ardından romaya vardık. ve daha sonra round 2deki aracımıza yani bizi havaalanından alıp tren garına götürecek shuttleımızı aramaya başladık.
level 2:shuttle
roma'yı ilk defa görmüş oldum bu shuttle sayesinde. en arkada bizden başka beş türk öğrenci, türkçe türkçe gittik. aslında farklı firmaların farklı fiyatlarda shuttleları var, terravision isimli firma 4€'a götürüyor.
level 3: tren garı, kahve molası ve tren(10.5€)
yolculuğun şüphesiz en uzun, en yorucu ama en eğlenceli kısmıydı.
italyanlar çok garip, biz ingilizce soruyoruz italyanca cevap veriyolar, anlamamızı bekleyerek. biri çıksın ve bu adamlara dünyadaki herkesin onların dilini konuşmadığını söylesin.
otomatlardan bilet alırken adamın biri yanımıza geldi, italyanca konuşmaya başladı, bizi makinanın önünden atıp işlerimizi yapmaya başladı, bizi yanlış perona yönlendirdi ve sonra kahve parası istedi. kültür farkına bakar mısın bizdeki ekmek parası adamlarda kahve parası...
2. sınıf trenimize bindik ve 2. sınıfın ne olduğunu anladık. koltuk numarası yok, ben kaptım diyip oturuyosun, tabi yolcuların yarısı ayakta kalıyor. valizini de seninle beraber ama valizi koridora koysan insanlar geçemez, valiz koymak için ayrılan raflara kaldırsan belin tutulur. napcaz beee derken ayağa kalkan kırk yaşlarında bir italyan amca 20 kglık valizleri tuttuğu gibi kaldırıp rafa koydu! hey maşallh dedik biz de. hani bir zeytinyağı reklamı vardı, 70lik 80lik italyan teyzeler amcalar hoplayıp zıplıyordu bunu da akdeniz diyetine bağlıyorlardı, onu hatırlattı amca bize.
gerçi amca benim 30 kgluk valizimi, yani nam-ı diğer yogi, kaldıramadı. valizim koridorun ve kapının yarısını kapattı. kendimi çok suçlu ve ezik hissettiğim için gelen geçene kapıyı açtım.
yol 2.5 saat sürdü, yani istanbul-roma yolculuğundan daha uzun. tren kokuyodu, kaloriferler dibine kadar açıktı ve camlar açılmıyordu. ama yolculuğun en çok bu kısmında güldük:)
trenden indik ve süpriz. arkadaşım didem'in arkadaşının arkadaşı bizi karşılamaya gelmişti. birinin bizi karşılaması gözlerimizi yaşarttı. kız bizim için taksicilerle konuştu, pazarlık yaptı ve bizi o anda karar verdiğimiz hostelimize götürecek bir taksi ayarladı.
level 4: taksi ve hostel
the hostel of the sun
napoliye gelirseniz güvenle kalabileceğiniz mükemmel şirin, tatlı mı tatlı bir hostel. bir apartmanın 6. ve 7. katı. Castel Nuovo'ya yürüyerek 5 dakika uzaklıkta. peki biz burayı neden seçtik? çünkü arkadaşım hazal'ın arkadaşının arkadaşı olan bir türk burda çalışıyomuş. sonuç olarak fiyatına kahvaltının da dahil olduğu, içinde banyosu olan 3 kişilik tatlı şirin bir odamız oldu.
ve mission completed.
mario prensesini kurtardı bir nevi.
çok uzaktan kurduğumuz bağlantılarla çok güzel bir yolculuk yaşadık:)
odaya kendimizi attıktan sonra ve bir süre "yaşasın başımızın üstünde bir çatı var" diye yerimizde zıpladıktan sonra, duş aldık, üstümüzü değiştik veee kendimizi napoli sokaklarına attık:)
kahvaltılar da çok güzel. kocaman bir nutella -büyük boy değil kocaman boy- fıstık ezmesi, marmelat, peynir, pastırma, kızarmış ekmek, etimek, cornflakes, meyveli yoğurt, portakal suyu ve kahveden oluşan, bir hostelden beklemediğim kadar iyi bir kahvaltıydı.

napoli beklemediğim kadar büyük ve beklemediğim kadar güzel bir şehir. yerel halk napolinin kötü şanından çok rahatsız diyebiliriz. "biz de roma gibiyiz, bir sürü müze, bir sürü güzel yer var ama kimse bunlardan bahsetmiyor." dedi ingilizce bilen nadir napolililerden biri.

şu 2 günde hiç kötü birşey yaşamadığımızdan da olabilir ama biz kendi aramızda, napoli hakkında kötü şeyler söyleyenlere çok kızdık, biz hep iyi şeyler söyleyeceğiz dedik.
bugünü ve yarını ev aramaya ayırdık ki ev bulunca bu süreçle ilgili yazacağım.
haydi kalın sağlıcakla:)