Capri'ye ulaşım Napoli'den ve Sorrento'dan feribotlarla ve hidrofoyllerle sağlanıyor. Araç türüne göre fiyat da değişiyor. Hidrofoyller daha hızlı olmakla beraber daha pahalı. Feribot saatlerini ve fiyatlarını internetten kontrol etmekte yarar var. Feribottan indikten sonra fünikülere binip adanın merkezi olan Piazza Umberto I'ya ulaşabilirsiniz, bu meydana Piazza deseniz de yeter, herkes ordan bahsettiğinizi anlar.
the universe is made of stories, not of atoms.-muriel rukeyser
Showing posts with label napoli. Show all posts
Showing posts with label napoli. Show all posts
Thursday, April 12, 2012
Capri, Yeryüzündeki Cennet
Hep istediğim birşeydi Capri adasını görmek. Ama ben sabah gidip akşam döneceğim bir günlük bir tur düşünürken, Paskalya tatilimizin kurtarıcısı Davide "Paskalya'yı Capri'deki yazlığımda geçirmeye ne dersiniz?" dedi. Biz de böylece cennet ada Capri'de 3 gece 4 gün konaklama ücreti vermeden kaldık. Gecelik konaklama ücretleri için 200€ civarı rakamların döndüğünü düşünürsek, oldukça şanslıyız. Cennet ada Capri'de 4 Fransız, 3 İtalyan, 2 Türk aynı evde kaldık ve çok eğlendik. Şunu belirtmeliyim ki Capri oldukça pahalı bir ada. Lüks markalardan bahsetmiyorum, yaşam çok pahalı.
Capri'ye ulaşım Napoli'den ve Sorrento'dan feribotlarla ve hidrofoyllerle sağlanıyor. Araç türüne göre fiyat da değişiyor. Hidrofoyller daha hızlı olmakla beraber daha pahalı. Feribot saatlerini ve fiyatlarını internetten kontrol etmekte yarar var. Feribottan indikten sonra fünikülere binip adanın merkezi olan Piazza Umberto I'ya ulaşabilirsiniz, bu meydana Piazza deseniz de yeter, herkes ordan bahsettiğinizi anlar.
Capri'ye ulaşım Napoli'den ve Sorrento'dan feribotlarla ve hidrofoyllerle sağlanıyor. Araç türüne göre fiyat da değişiyor. Hidrofoyller daha hızlı olmakla beraber daha pahalı. Feribot saatlerini ve fiyatlarını internetten kontrol etmekte yarar var. Feribottan indikten sonra fünikülere binip adanın merkezi olan Piazza Umberto I'ya ulaşabilirsiniz, bu meydana Piazza deseniz de yeter, herkes ordan bahsettiğinizi anlar.
Wednesday, March 21, 2012
Gay-Odin: Canı çikolata çekenlere
Bu dükkandan size daha önce bahsetmiştim. Davide bizi gezdirirken bu dükkanın en lezzetli çikolataları yapan yer olduğunu söylemişti ve eklemişti "Napoli'deki değil, dünyadaki en güzel çikolatalar." Ben de daha fazla dayanamadım ve kendimi bu çikolata cennetine attım.
Dükkana girince, biraz hayal kırıklığına uğradım doğrusu. Çünkü zihnimde çikolata şelaleleri, çikolata havuzları, çikolata banyoları, çikolatadan insanlar falan hayal etmiştim. Ama tüm bunlar yerine bildiğimiz çikolatayla karşılaştım. Renk renk, boy boy çikolatalar.
Ama paskalya çikolatalarının hakkını vermeliyim. Tadını bilmiyorum ama al, vitrinine koy, o derece tatlılar yani.
Canım bunlardan hiçbirini almak istemeyince, ben de kendimi dondurmaya verdim.
Mekan çok meşhur, e fiyatlar da doğal olarak ortalamanın biraz üstünde. 2 top dondurma 2.5€. Dışarda 1.5-2€ arasında değişiyor. Neli yesem diye seçemedim bir türlü, ben de en lezzetlisinden 2 top verin dedim. Dondurmacı çikolatalı -ama ne tür çikolata inanın bilmiyorum- ve fıstıklı 2 top dondurma koydu, üstüne krema sıktı, dondurmayı süsledi ve verdi. Yediğim diğer dondurmalardan kat be kat daha güzel gözüküyordu ama diğer dondurmalardan daha lezzetliydi diyemem. Burda bütün dondurmalar çok güzel. Ama bazen bazı italyanlar görüyorum, algida yiyorlar, anlamıyorum. "Senin böyle dondurmaların varken neden soğutulmuş krema yiyorsun be kardeşim?" demek istiyorum ama demiyorum. Neyse yediğin dondurma neye benziyordu derseniz, işte bu derim:
Tam dondurmamın fotoğrafını çekiyordum ki, yanımdan geçen ve benim Türk olduğumu anlamayan iki Türk bana bakıp "Oha dondurmanın bile fotoğrafını çekiyor kız." dediler. Diyecek birşey bulamadım, ben de dönüp tip tip baktım. Evet kardeşim çekiyorum dondurmanın fotoğrafını, sanki her gün mü yiyoruz böylesini. Siz de kınamayın beni.:)
Friday, March 16, 2012
Trattoria Nennella
Önceki yazılarımın birinde size bu lokantadan bahsetmiştim. O gün çok sıra olduğu için girememiştik buraya. Ama dün o kadar mükemmel bir zamanda gittikti, lokanta açılmadan 2 dakika önce, henüz kimse yokken.
Bize burdaki garsonların kabalığıyla meşhur insanlar olduğu söylenmişti. Ama sahibi o kadar tatlı ki garsonlar napolice ne derse desin lokantanın sahibi ingilizce çok kibardı. Menüyü anlayamadık ve adam bize herşeyi tek tek açıkladı.
Makarna yedik. Spagetti Napolitan diye birşeyin olmayışı beni derinden üzmüş olsa da menüdeki spagetti pomodoronın(domatesli makarna) bizim bildiğimiz Spagetti Napolitan olduğunu düşündüm. Hazal ıspanaklı, ricottalı, kremalı midye kabuğu şeklinde enfes bir makarna istedi. Makarnasının üstüne ekstra parmesan isteyince garson italyanca ya da napolice birşeyler söyledi, lokantadaki herkes güldü!!! Ne dediyse artık.
Biz de Didem'le karidesli spagetti istedik. Sonuç: Spagetti üzerine konulmuş bir böcek oldu. Didem nasıl açacağını bilemeyince lokantanın sahibinden onun için açmasını rica etti. Adam yeni bir tabak, yeni çatal bıçaklarla geldi, şarkı söyleye söyleye, bir ameliyat yaparmışçasına ince çalışarak karidesi açtı. Ben kendi karidesimi açmayı başarabilmiştim, kabuklarını yeni gelen tabağa koymak istedim. O arada adam karidesimin kafasını bir çatalı ve bir kaşığı maşa gibi kullanarak aldı ve bana "hadi em" dedi. Karidesin kafasını gövdesinden ayırdığım taraftan karidesin beynini emdim. Lezzetli miydi? Evet. İlginç miydi? Evet.
Biz giderken çok çekinmiştik bize nasıl davranırlar diye ama sakın siz çekinmeyin. Lokantanın sahibi çok içten davranıyor, çok tatlı. Zaten diğer garsonların ne dediğini anlamıyorsunuz, rahat olun.
Makarnanın tabağı 5€. Eğer menü isterseniz menüdeki her kategoriden bir yemek istiyorsunuz ve 12€ ödüyorsunuz. İçecekler de dahil bu fiyata. Midesine güvenen gelsin. Yemekten sonra meyve ve yemek esnasında bir büyük şişe maden suyu ikram ediyorlar. Ama bunlar bize özel ikramlar mıydı yoksa herkese yapılan ikramlar mı bilemiyoruz.
Bu mekanı sevdim. Biz yediklerimizden memnun kaldık. Şefin söylediğine göre domatesli makarna da çok lezzetliymiş. Makarnayı domates sosundan yapmıyorlar, taze domatesten yapıyorlar. Restoranın mutfağı da ziyarete açık. Adamlar temziliklerine bu kadar güveniyorlar yani. Biz mutfağa girdiğimizde tüm garsonlar domatesli makarna yiyorlardı. Bize de önerdiler. Oldukça lezzetli görünüyordu.
Son bir not. Masaya ekmek de servis ediyorlar ama bu makarnayla beraber ekmek yemek için değil, tabakta kalan sosu sıyırmak için. Aklınızda bulunsun:)
Wednesday, March 14, 2012
This is the kitchen
Sonunda ev tuttuk. Yerimizde zıp zıp zıplıyoruz. Anahtarı çoğaltmamız için bize verip saat 5'te orjinal anahtarla geri gelin, eviniz de o saate kadar temizlenmiş olur dediklerinde kaçak kaçak evimize gittik, fotoğraf çektik, evin içinde zıpladık. Öyle mutluyuz yani.
Neler yaptık hayalimizdeki evi bulmak için. Ve sonunda bulduk:)
Napoli'deki ilk günümüzde erasmus point denilen ofise gittik. Okulumuzun bu ofisle erasmusla gelen öğrencilere her konuda yardım etmesi için anlaşması varmış. Ancak bu ofis hakkında duyduğumuz korku hikayeleri yüzünden bu ofise güvenmemiz 1 haftamızı aldı. Sonuçta Napoli'de ilk gördüğümüz evi tuttuk.
İlk gördüğümüzde evimiz için çok şirin ama çok küçük olduğunu düşünmüştük. Bir çift burda çok mutlu olabilirdi ama biz olamazdık, çünkü çok küçüktü. Sonra diğer evleri gezdik. Gezdikçe gördük ki aslında en iyisi o evmiş. Bize ait olabilecek tek yermiş, diğer evlerde aynı paraya bir oda tutacakmışız ve 6 kişi bir banyo kullanacakmışız.
Aslında birer at olsaydık yaşanacak çok güzel ve çok ucuz evler bulabilirdik. Ama ne yazık ki insanız, belli kriterlerimiz var. Mesela yaşadığımız ev temiz olsun, düzenli olsun, evdeki insanlar insan olsun, evden içeri girdiğimizde bir toz bulutu bizi karşılamasın, nefes aldıkça ciğerlerimiz tozla dolmasın falan.
Ama sonunda gönlümüze göre güzel bir ev bulmuş olduk. Herşeye değdi yani:)
Neler yaşadık neler gördük bu süreçte, bu konuyla güzel bir sitcom çekebiliriz aslında. Ama kameralardan ve yönetmenlikten anlamadığımız için yazmaya karar verdim. Ama hepsini yazmak ne mümkün... Zaten o ruh halini, olaylardaki saçmalığı kelimelerle anlatmak da mümkün değil. Olur ya komik bir olayı anlatınca karşındakine o kadar da komik gelmez. Fıkrasına gülünmeyen adam olmak istemiyorum:)
Ama şundan bahsetmeliyim. Baktığımız evlerden birinde, ingilizce bilmeyen ve yavaş yavaş italyanca konuşursa anlayacağımızı düşünen emlakçı boş bir duvar gösterdi ve "This is the kitchen." dedi. Ne bir dolap ne bir mutfak eşyası, boş bir duvar... Başımızı sokacak bir çatımız olmamasına rağmen ağlanacak halimize katıla katıla güldük.
Erasmus yapacak arkadaşlar için ev bulma sürecini özetlemem gerekirse:
1-Yanınıza italyanca-türkçe sözlük alın.
2-Beklentinizi düşük tutun.
3-Sokaklara çıkın, duvarlardaki ilanlardan numara toplayın.
4-Sizin için telefonda ev sahibiyle konuşacak ve bir randevu ayarlayacak hem italyanca hem ingilizce bilen birini bulun. Hatta sokaktaki öğrencilerden rica edebilirsiniz, seve seve yaparlar.
5-Randevuya gidin.
Ev aramak için bazı internet siteleri de var tabi. www.easystanza.com, www.kijiji.it, www.bricabrac.it benim bildiklerim. Hepinize kolay gelsin ve bizim evimiz hayırlı olsun.
Neler yaptık hayalimizdeki evi bulmak için. Ve sonunda bulduk:)
Napoli'deki ilk günümüzde erasmus point denilen ofise gittik. Okulumuzun bu ofisle erasmusla gelen öğrencilere her konuda yardım etmesi için anlaşması varmış. Ancak bu ofis hakkında duyduğumuz korku hikayeleri yüzünden bu ofise güvenmemiz 1 haftamızı aldı. Sonuçta Napoli'de ilk gördüğümüz evi tuttuk.
İlk gördüğümüzde evimiz için çok şirin ama çok küçük olduğunu düşünmüştük. Bir çift burda çok mutlu olabilirdi ama biz olamazdık, çünkü çok küçüktü. Sonra diğer evleri gezdik. Gezdikçe gördük ki aslında en iyisi o evmiş. Bize ait olabilecek tek yermiş, diğer evlerde aynı paraya bir oda tutacakmışız ve 6 kişi bir banyo kullanacakmışız.
Aslında birer at olsaydık yaşanacak çok güzel ve çok ucuz evler bulabilirdik. Ama ne yazık ki insanız, belli kriterlerimiz var. Mesela yaşadığımız ev temiz olsun, düzenli olsun, evdeki insanlar insan olsun, evden içeri girdiğimizde bir toz bulutu bizi karşılamasın, nefes aldıkça ciğerlerimiz tozla dolmasın falan.
Ama sonunda gönlümüze göre güzel bir ev bulmuş olduk. Herşeye değdi yani:)
Neler yaşadık neler gördük bu süreçte, bu konuyla güzel bir sitcom çekebiliriz aslında. Ama kameralardan ve yönetmenlikten anlamadığımız için yazmaya karar verdim. Ama hepsini yazmak ne mümkün... Zaten o ruh halini, olaylardaki saçmalığı kelimelerle anlatmak da mümkün değil. Olur ya komik bir olayı anlatınca karşındakine o kadar da komik gelmez. Fıkrasına gülünmeyen adam olmak istemiyorum:)
Ama şundan bahsetmeliyim. Baktığımız evlerden birinde, ingilizce bilmeyen ve yavaş yavaş italyanca konuşursa anlayacağımızı düşünen emlakçı boş bir duvar gösterdi ve "This is the kitchen." dedi. Ne bir dolap ne bir mutfak eşyası, boş bir duvar... Başımızı sokacak bir çatımız olmamasına rağmen ağlanacak halimize katıla katıla güldük.
Erasmus yapacak arkadaşlar için ev bulma sürecini özetlemem gerekirse:
1-Yanınıza italyanca-türkçe sözlük alın.
2-Beklentinizi düşük tutun.
3-Sokaklara çıkın, duvarlardaki ilanlardan numara toplayın.
4-Sizin için telefonda ev sahibiyle konuşacak ve bir randevu ayarlayacak hem italyanca hem ingilizce bilen birini bulun. Hatta sokaktaki öğrencilerden rica edebilirsiniz, seve seve yaparlar.
5-Randevuya gidin.
Ev aramak için bazı internet siteleri de var tabi. www.easystanza.com, www.kijiji.it, www.bricabrac.it benim bildiklerim. Hepinize kolay gelsin ve bizim evimiz hayırlı olsun.
Saturday, March 10, 2012
Bir Napolitanla Napoli'de bir gün
Bir şehrin en iyi rehberi o şehrin yerel insanıdır. Rehberler ancak ana caddedeki restoranları önerebilecekken, o şehrin yerel insanı ara sokaklarda neler olduğunu da bilir. Biz de bugün dünya tatlısı bir Napoliliyle, Davide'yle, gezdik Napoli'yi. Bu şehirdeki her yeri görmüşüzdür artık derken, bizi öyle yerlere götürdü ki, kendimizden geçtik, bir kere daha.
Napoli sokaklarında dolaştık önce, daha önceden ev aramak için koşturarak geçtiğimiz sokaklara gittik tekrar. Via Tribunali'den başladık. Gay-Odin diye bir dükkan gösterdi, "en iyi çikolata burda yenir." dedi ve sonra bir yanlış anlaşılma olmasın diye düzeltti "Napoli'deki değil, dünyadaki en iyi çikolata." Her türlü çikolatayla yapılmış dondurmayı da burda bulabilirsiniz." dedi. O dükkana gideceğim, herşeyden deneyeceğim ve fotoğraf çekeceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.
Via Tribunali'den Via San Gregorio Armeno'ya saptık.
Bu sokakta İsa'nın doğumunu anlatan biblolar (presepi) var.

Önce İsa'nın doğumunu yapanlar zamanla ünlü insanları da yapmaya başlamışlar. "Burda bir biblon varsa gerçekten ünlüsün demektir." dedi Davide. Papa ve Lady Gaga'nın bibloları aynı rafta duruyordu.
Bir de bize çok yabancı biri vardı, Puiecenella. Zamanında her şehrin bir komedi tiyatrosu varmış ve her tiyatronun da kendine ait bir karakteri. Puiecenella da Napoli'nin karakteri...
Yolda yürürken Davide'ye Napolililer hakkında duyduğum bir efsaneyi sordum. "Napolililerin korktuğu iki şey vardır, biri futbol takımının yenilmesi diğeri de Vezüv'ün patlaması." Güldü "Vezüv yıllardır patlamadığına göre ilki daha korkutucu." dedi.
Napoli'ye özgü klişelerden de konuştuk. Kötü şeyin ünlenmesi ne kadar da kolay. Herkes bu şehir hakkında konuşurken çöplerden ve hırsızlıklardan bahsediyor. Kimse de çıkıp bu şehir Avrupa'nın en büyük tarihi alanına (historical centre) sahip demiyor.
Ama haksızlık etmeyeyim, pizzanın ve makarnanın ünü tüm dünyaya yayılmış. Davide tekrar doğru bilinen bir yanlışı düzeltti. "Pizza İtalya'ya ait bir yemek değil, Napoli'ye ait." dedi. Sonra bizi çok ünlü bir makarnacıya götürdü.
Trattoria Nennella. Sokak arasındaki bu restoran çok meşhur ve çok kalabalık. İnsanlar sıraya girip uzun süre bekliyorlar.

Bu restoran garsonlarının müşterilere olan kaba tavrıyla meşhurmuş. Garsonlar müşterilere küfredermiş, susadıklarındaysa müşterilerin suyunu alıp içerlermiş. Ama yine de kimse bu mekandan vazgeçemezmiş çünkü çok ucuza çok kaliteli yemekleri varmış. -mişli geçmiş zaman kullanarak anlatıyorum çünkü bu sırayı beklemek istemedik, nasıl olsa daha çok zamanımız var yine geliriz dedik ve başka salaş bir restorana gittik. Şunu iddia ediyorum ki bugüne kadar yediğiniz şey pizza değil! Orjinal pizza için Napoli'ye gelmeniz gerek!
Napoli, özgürlüğümün başkenti, seni her gün daha çok seviyorum.
Napoli sokaklarında dolaştık önce, daha önceden ev aramak için koşturarak geçtiğimiz sokaklara gittik tekrar. Via Tribunali'den başladık. Gay-Odin diye bir dükkan gösterdi, "en iyi çikolata burda yenir." dedi ve sonra bir yanlış anlaşılma olmasın diye düzeltti "Napoli'deki değil, dünyadaki en iyi çikolata." Her türlü çikolatayla yapılmış dondurmayı da burda bulabilirsiniz." dedi. O dükkana gideceğim, herşeyden deneyeceğim ve fotoğraf çekeceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum.
Via Tribunali'den Via San Gregorio Armeno'ya saptık.
Bu sokakta İsa'nın doğumunu anlatan biblolar (presepi) var.
Önce İsa'nın doğumunu yapanlar zamanla ünlü insanları da yapmaya başlamışlar. "Burda bir biblon varsa gerçekten ünlüsün demektir." dedi Davide. Papa ve Lady Gaga'nın bibloları aynı rafta duruyordu.
Bir de bize çok yabancı biri vardı, Puiecenella. Zamanında her şehrin bir komedi tiyatrosu varmış ve her tiyatronun da kendine ait bir karakteri. Puiecenella da Napoli'nin karakteri...
"I'll take you from lane to lane, just you because you are a friend, and I'll take you through the neighborhoods, where you can't see the sun. But you can see all the rest, and the windows open, and you understand how beautiful is the city of Puiecenella."
Puiecenella |
hazal ve presepi'ler |
Yolda yürürken Davide'ye Napolililer hakkında duyduğum bir efsaneyi sordum. "Napolililerin korktuğu iki şey vardır, biri futbol takımının yenilmesi diğeri de Vezüv'ün patlaması." Güldü "Vezüv yıllardır patlamadığına göre ilki daha korkutucu." dedi.
Peki sizce bunlar ne? Biz biber olduğunu düşündük, hatta kafamızda demek ki Napoli biberiyle de meşhur diye çıkarımlar da bile bulunduk, ve sonra Davide'ye sorduk. Ve öğrendik ki bunlar biber değil, boynuzmuş ve bu boynuzların şans getirdiğine inanılıyormuş.
Ve bir turist geleneği. Gözlerinizi kapatıp bulunduğum yerden arkamda gördüğünüz binanın önündeki 2 heykelin arasından yürümeniz gerekiyor. Didem bunu başardı. Ama insanlar genelde yapamazmış, etraflarında dönmeye başlarlarmış. Didem başarınca Davide çok şaşırdı.
Ama haksızlık etmeyeyim, pizzanın ve makarnanın ünü tüm dünyaya yayılmış. Davide tekrar doğru bilinen bir yanlışı düzeltti. "Pizza İtalya'ya ait bir yemek değil, Napoli'ye ait." dedi. Sonra bizi çok ünlü bir makarnacıya götürdü.
Trattoria Nennella. Sokak arasındaki bu restoran çok meşhur ve çok kalabalık. İnsanlar sıraya girip uzun süre bekliyorlar.
Bu restoran garsonlarının müşterilere olan kaba tavrıyla meşhurmuş. Garsonlar müşterilere küfredermiş, susadıklarındaysa müşterilerin suyunu alıp içerlermiş. Ama yine de kimse bu mekandan vazgeçemezmiş çünkü çok ucuza çok kaliteli yemekleri varmış. -mişli geçmiş zaman kullanarak anlatıyorum çünkü bu sırayı beklemek istemedik, nasıl olsa daha çok zamanımız var yine geliriz dedik ve başka salaş bir restorana gittik. Şunu iddia ediyorum ki bugüne kadar yediğiniz şey pizza değil! Orjinal pizza için Napoli'ye gelmeniz gerek!
Napoli, özgürlüğümün başkenti, seni her gün daha çok seviyorum.
Location:
Napoli, İtalya
Wednesday, March 7, 2012
ciao napoli!
"hayatımız boyunca bugünü unutmayacağız herhalde" diye başladık yola.
uzun süren ama keyifli bir yolculuktu.
yanımızda erasmusun verdiği gazla bana mısın demeden taşıdığımız valizlerimiz, 4 kutu lokum, endişelerimiz, heycanlarımız ve hayallerimiz.
yolculuğun ertesi günü geri dönüp baktığımda, bu yolculuğu 4 levelı olan bir oyuna benzettim.
level 1: uçak.
2 saat 20 dk sürerek söylenenden 20 dk daha kısa süren sallantılı bir uçuşun ardından romaya vardık. ve daha sonra round 2deki aracımıza yani bizi havaalanından alıp tren garına götürecek shuttleımızı aramaya başladık.
level 2:shuttle
roma'yı ilk defa görmüş oldum bu shuttle sayesinde. en arkada bizden başka beş türk öğrenci, türkçe türkçe gittik. aslında farklı firmaların farklı fiyatlarda shuttleları var, terravision isimli firma 4€'a götürüyor.
level 3: tren garı, kahve molası ve tren(10.5€)
yolculuğun şüphesiz en uzun, en yorucu ama en eğlenceli kısmıydı.
italyanlar çok garip, biz ingilizce soruyoruz italyanca cevap veriyolar, anlamamızı bekleyerek. biri çıksın ve bu adamlara dünyadaki herkesin onların dilini konuşmadığını söylesin.
otomatlardan bilet alırken adamın biri yanımıza geldi, italyanca konuşmaya başladı, bizi makinanın önünden atıp işlerimizi yapmaya başladı, bizi yanlış perona yönlendirdi ve sonra kahve parası istedi. kültür farkına bakar mısın bizdeki ekmek parası adamlarda kahve parası...
2. sınıf trenimize bindik ve 2. sınıfın ne olduğunu anladık. koltuk numarası yok, ben kaptım diyip oturuyosun, tabi yolcuların yarısı ayakta kalıyor. valizini de seninle beraber ama valizi koridora koysan insanlar geçemez, valiz koymak için ayrılan raflara kaldırsan belin tutulur. napcaz beee derken ayağa kalkan kırk yaşlarında bir italyan amca 20 kglık valizleri tuttuğu gibi kaldırıp rafa koydu! hey maşallh dedik biz de. hani bir zeytinyağı reklamı vardı, 70lik 80lik italyan teyzeler amcalar hoplayıp zıplıyordu bunu da akdeniz diyetine bağlıyorlardı, onu hatırlattı amca bize.
gerçi amca benim 30 kgluk valizimi, yani nam-ı diğer yogi, kaldıramadı. valizim koridorun ve kapının yarısını kapattı. kendimi çok suçlu ve ezik hissettiğim için gelen geçene kapıyı açtım.
yol 2.5 saat sürdü, yani istanbul-roma yolculuğundan daha uzun. tren kokuyodu, kaloriferler dibine kadar açıktı ve camlar açılmıyordu. ama yolculuğun en çok bu kısmında güldük:)
trenden indik ve süpriz. arkadaşım didem'in arkadaşının arkadaşı bizi karşılamaya gelmişti. birinin bizi karşılaması gözlerimizi yaşarttı. kız bizim için taksicilerle konuştu, pazarlık yaptı ve bizi o anda karar verdiğimiz hostelimize götürecek bir taksi ayarladı.
level 4: taksi ve hostel
the hostel of the sun
napoliye gelirseniz güvenle kalabileceğiniz mükemmel şirin, tatlı mı tatlı bir hostel. bir apartmanın 6. ve 7. katı. Castel Nuovo'ya yürüyerek 5 dakika uzaklıkta. peki biz burayı neden seçtik? çünkü arkadaşım hazal'ın arkadaşının arkadaşı olan bir türk burda çalışıyomuş. sonuç olarak fiyatına kahvaltının da dahil olduğu, içinde banyosu olan 3 kişilik tatlı şirin bir odamız oldu.
ve mission completed.
mario prensesini kurtardı bir nevi.
çok uzaktan kurduğumuz bağlantılarla çok güzel bir yolculuk yaşadık:)
odaya kendimizi attıktan sonra ve bir süre "yaşasın başımızın üstünde bir çatı var" diye yerimizde zıpladıktan sonra, duş aldık, üstümüzü değiştik veee kendimizi napoli sokaklarına attık:)
kahvaltılar da çok güzel. kocaman bir nutella -büyük boy değil kocaman boy- fıstık ezmesi, marmelat, peynir, pastırma, kızarmış ekmek, etimek, cornflakes, meyveli yoğurt, portakal suyu ve kahveden oluşan, bir hostelden beklemediğim kadar iyi bir kahvaltıydı.
napoli beklemediğim kadar büyük ve beklemediğim kadar güzel bir şehir. yerel halk napolinin kötü şanından çok rahatsız diyebiliriz. "biz de roma gibiyiz, bir sürü müze, bir sürü güzel yer var ama kimse bunlardan bahsetmiyor." dedi ingilizce bilen nadir napolililerden biri.
şu 2 günde hiç kötü birşey yaşamadığımızdan da olabilir ama biz kendi aramızda, napoli hakkında kötü şeyler söyleyenlere çok kızdık, biz hep iyi şeyler söyleyeceğiz dedik.
bugünü ve yarını ev aramaya ayırdık ki ev bulunca bu süreçle ilgili yazacağım.
haydi kalın sağlıcakla:)
uzun süren ama keyifli bir yolculuktu.
yanımızda erasmusun verdiği gazla bana mısın demeden taşıdığımız valizlerimiz, 4 kutu lokum, endişelerimiz, heycanlarımız ve hayallerimiz.
yolculuğun ertesi günü geri dönüp baktığımda, bu yolculuğu 4 levelı olan bir oyuna benzettim.
level 1: uçak.
2 saat 20 dk sürerek söylenenden 20 dk daha kısa süren sallantılı bir uçuşun ardından romaya vardık. ve daha sonra round 2deki aracımıza yani bizi havaalanından alıp tren garına götürecek shuttleımızı aramaya başladık.
level 2:shuttle
roma'yı ilk defa görmüş oldum bu shuttle sayesinde. en arkada bizden başka beş türk öğrenci, türkçe türkçe gittik. aslında farklı firmaların farklı fiyatlarda shuttleları var, terravision isimli firma 4€'a götürüyor.
level 3: tren garı, kahve molası ve tren(10.5€)
yolculuğun şüphesiz en uzun, en yorucu ama en eğlenceli kısmıydı.
italyanlar çok garip, biz ingilizce soruyoruz italyanca cevap veriyolar, anlamamızı bekleyerek. biri çıksın ve bu adamlara dünyadaki herkesin onların dilini konuşmadığını söylesin.
otomatlardan bilet alırken adamın biri yanımıza geldi, italyanca konuşmaya başladı, bizi makinanın önünden atıp işlerimizi yapmaya başladı, bizi yanlış perona yönlendirdi ve sonra kahve parası istedi. kültür farkına bakar mısın bizdeki ekmek parası adamlarda kahve parası...
2. sınıf trenimize bindik ve 2. sınıfın ne olduğunu anladık. koltuk numarası yok, ben kaptım diyip oturuyosun, tabi yolcuların yarısı ayakta kalıyor. valizini de seninle beraber ama valizi koridora koysan insanlar geçemez, valiz koymak için ayrılan raflara kaldırsan belin tutulur. napcaz beee derken ayağa kalkan kırk yaşlarında bir italyan amca 20 kglık valizleri tuttuğu gibi kaldırıp rafa koydu! hey maşallh dedik biz de. hani bir zeytinyağı reklamı vardı, 70lik 80lik italyan teyzeler amcalar hoplayıp zıplıyordu bunu da akdeniz diyetine bağlıyorlardı, onu hatırlattı amca bize.
gerçi amca benim 30 kgluk valizimi, yani nam-ı diğer yogi, kaldıramadı. valizim koridorun ve kapının yarısını kapattı. kendimi çok suçlu ve ezik hissettiğim için gelen geçene kapıyı açtım.
yol 2.5 saat sürdü, yani istanbul-roma yolculuğundan daha uzun. tren kokuyodu, kaloriferler dibine kadar açıktı ve camlar açılmıyordu. ama yolculuğun en çok bu kısmında güldük:)
trenden indik ve süpriz. arkadaşım didem'in arkadaşının arkadaşı bizi karşılamaya gelmişti. birinin bizi karşılaması gözlerimizi yaşarttı. kız bizim için taksicilerle konuştu, pazarlık yaptı ve bizi o anda karar verdiğimiz hostelimize götürecek bir taksi ayarladı.
level 4: taksi ve hostel
the hostel of the sun
napoliye gelirseniz güvenle kalabileceğiniz mükemmel şirin, tatlı mı tatlı bir hostel. bir apartmanın 6. ve 7. katı. Castel Nuovo'ya yürüyerek 5 dakika uzaklıkta. peki biz burayı neden seçtik? çünkü arkadaşım hazal'ın arkadaşının arkadaşı olan bir türk burda çalışıyomuş. sonuç olarak fiyatına kahvaltının da dahil olduğu, içinde banyosu olan 3 kişilik tatlı şirin bir odamız oldu.
ve mission completed.
mario prensesini kurtardı bir nevi.
çok uzaktan kurduğumuz bağlantılarla çok güzel bir yolculuk yaşadık:)
odaya kendimizi attıktan sonra ve bir süre "yaşasın başımızın üstünde bir çatı var" diye yerimizde zıpladıktan sonra, duş aldık, üstümüzü değiştik veee kendimizi napoli sokaklarına attık:)
kahvaltılar da çok güzel. kocaman bir nutella -büyük boy değil kocaman boy- fıstık ezmesi, marmelat, peynir, pastırma, kızarmış ekmek, etimek, cornflakes, meyveli yoğurt, portakal suyu ve kahveden oluşan, bir hostelden beklemediğim kadar iyi bir kahvaltıydı.
napoli beklemediğim kadar büyük ve beklemediğim kadar güzel bir şehir. yerel halk napolinin kötü şanından çok rahatsız diyebiliriz. "biz de roma gibiyiz, bir sürü müze, bir sürü güzel yer var ama kimse bunlardan bahsetmiyor." dedi ingilizce bilen nadir napolililerden biri.
şu 2 günde hiç kötü birşey yaşamadığımızdan da olabilir ama biz kendi aramızda, napoli hakkında kötü şeyler söyleyenlere çok kızdık, biz hep iyi şeyler söyleyeceğiz dedik.
bugünü ve yarını ev aramaya ayırdık ki ev bulunca bu süreçle ilgili yazacağım.
haydi kalın sağlıcakla:)
Subscribe to:
Posts (Atom)